2 Mayıs 2013 Perşembe

Veeee bahçe sezonu açılır !!!

Havaların ısınmasıyla, Deniz'den sonraki ikinci yavrum diye gördüğüm canım bahçemizi yaz için hazırlamaya başladık. Ne diyelim; bol meyveli, bol sebzeli olsun!!!

Kendimi unuttuğum toprak işlerindeki psikopatlığımı bilen bilir. Malum neredeyse Deniz'i domates bostanında doğuracaktım :)

Deniz yavrum da benim bu bağ bahçe işlerimi çok sevdğimi bildiğinder midir nedir o da bayılıyor böyle yerlere. Kendisiyle bugün yeni sürülen toprağımızda gezinti yaptık, meyvelerimizin çiçeklerini kontrol ettik, çiçek topladık...

 
 
 
 

Uzun bir süredir, ne zaman ki biz gezme faslını bitirip arabaya biniyoruz benim melek kuzum hemen mızırdamaya başlıyor ki bugün yine aynı cazla karşı karşıya kaldık. Bugün bulunduğumuz mekan dolayısıyla etrafta koyunlar, inekler hep etrafta... Hemen Deniz'e tanıttık, kendisi önce ineklere sonra koyunlara ve onların minik kuzularına aşık oldu :) Bu aşk Deniz' e kalsa sonsuza kadar devam edebilirdi ama akşam faslından ötürü kuzucuğumun gözünü arkada bırakmak zorunda kaldık :)



Haftaya belki de daha yakın bir süre içinde bu yılın sebze fidelerini dikeceğiz. Misler gibi kokan domates, biber, patlıcan, kabak, fasulye... Bu yıl meleğim ve kocamla birlikte daha da çok tadını çıkaracağız bahçemizin.




 
 
 


25 Nisan 2013 Perşembe

23 Nisan Kutlu, Mutlu Oldu!!!

23 Nisan coşkusu yoğunluk sebebiyle blogumuzda daha yeni kutlanıyor:)
Malumunuz bu 23 Nisan Deniz'in ilk çocuk bayramı ve Deniz bildiğinden midir nedir o gün bir mutlu bir mutluydu ki, aşağıdaki videoda "Melek Deniz'in bardak kullanımındaki mutluluğu" ile ilgili videoyu da iliştirmiş bulunuyorum :)



Hava haddinden çok sıcak olunca, benim sokak meleğim de dışarı için çıldırınca attık kendimizi anıtkabir yollarına...

Aslında uykusu olan minik kuzu,  kalabalığın ve açık havanın hipnoz etkisiyle uyumaya direnerek bayrak sallama görevini öyle güzel yaptı ki !! Canım benim sonra dayanamadı tabii, sızdı kaldı kucağımda :)

 

 





Deniz meleği için tam bir bayram oldu gerçekten de... Tüm gün tam da onun istediği gibi dışarıdaydık; uyudu uyandı, canı istediğinde meme de emdi :) Veee yıllar önce abisi ile ablasının da çocukluklarını geçirdiği parkta salıncağa bindi. Bu kadar mutluluğun üzerine eve dönerken arabada sızdı benim miniğim :)


Canım oğlum, canım ülkemin güzel bayramları artık eskisine göre daha sönük diye düşünürken anıtkabirdeki kalabalığı görünce içimdeki umutsuzluk bir nebze olsun kendini umuda bıraktı. Sonra senin varlığınla daha da çok umutlandım; insanlığın, değerlerin ve bunun gibi birçok şeyin yavaş yavaş yittiği bir dünyada senin-sizin gibi meleklerin varlığı ile dünyamızın ,ülkemizin değişeceğine daha da çoook inanmak ister oldum. Teşekkürler benim melek yavrum...






21 Nisan 2013 Pazar

Anneliğimin İlk 9 Ayı...

Aslında bu annelik konusunda daha çok erken konuşmam için ama ben yine de "Esra" nasıl bir anne olmuşu, yani kendi anneliğimi en çıplak haliyle en başta kendi gözüme sokmak için yazıyorum desem yalan olmaz.
Annelik yapma, çocuk büyütme konularında iğneyi hep önce kendime batırdım, gerektiği yerde en ağır eleştiriyi de yine kendi kendime söyledim ama inandığım konularda da kimseye laf söylettirmedim, kendi bildiğimi yaptım. Elbet yanıldıklarım da oldu ama genelde ilk ne hissettiysem o başıma geldi ve iç sesimi dinlemek en doğrusuydu. Gerçi bu aralar bu iç ses denen mereti arıyorum ama bulamıyorum, sesini de bazen duyuyor bazense duyamıyorum. Belki bu yazı beni ona yakınlaştırıp; kitapları, yazıları, tavsiyeleri unutturup kendimi bulmamı sağlar.

Gelelim Deniz' in annesine;

- İlk çocuk sendromundan (böyle bir sendrom var mı yok mu hiç bilemedim ama ben türettim işte) her dönem nasibimi aldım. Hep yaptığım yanlışların sonrasında farkına vardım, ne kadar ben bunu biliyorum, okudum, bilgilendim, başıma gelirse şöyle şöyle davranırım desem de pratik de öyle yapmadığım-yapamadığım çoook zaman oldu.

-Deniz'e uyku eğitimi vermedim... Zaten anneliğimin bu zamana kadarki en büyük çıkmazı. Bir yanım " olmadı Esra, o kadar okudun, uygulayacağım dedin; bak şimdi çocuk her saat başı uyanıyor gördün mü?" diyor; " bir yanım (bu yanım Deniz ilk doğduğu günden beri emzirme delisi, bebeğinin memede uyumasına aşık, gece emzirmelerini bile kesmek istemeyen, hatta kuzusu rahat etse aynı yatakta yatmaya meraklı psikopat bir yan işte) uyusun varsın memede bir daha ne zaman bulacağım bu günleri" diyor. Hahh işte tam bu noktada iç sesimin devreye girmesi gerekiyor ki olmuyor... Çünkü çoğunlukla ikinci yanımı uyguluyorum, fakat Deniz kötü uykular uyuyunca vijdan azabı duyuyorum. Benim bu halim ne olacak hiiiç bilmiyorum.

-Çoğu zaman Deniz'e emzik vermemekle gurur duysam da, zor uyuttuğum zamanlarda yine iç sesimi unutup (tabii bunda dış mihrakların etkisi o kadar çok ki, "emzik versen böyle olmazdı, vıdı vıdı da vıdı...") "Emzik vermeyen ellerim kırılsın" diyebiliyorum.

-Amaaaa, Deniz'e hiç mama (maşallah sütüm yeterli olduğu için gerek duymadık), biberon vermediğim için kendimle çooook gurur duyuyorum o ayrı. Bu konuda içimde en ufak bir kaygı yok, arada muhallebi takığı annem "devam sütü alsan da ondan yapsan" falan dese de "he he" ile geçiştiriyorum. İyi ki de biberon+mama ikilisi hayatımıza girmemiş. Emzik,biberon veya suluk kullanmayı sevmeyen Deniz de kolaylıkla cam bardakta su içmeye alışmış oldu, ne mutlu bana!!

- Deniz'e dolaylı baby led weaning uygulamaya çalıştım-çalışıyorum. Yani en katı halini değil, önüne koyup başka hiçbir şey vermemekten bahsetmiyorum. Ben ayrıca onun çok sevdiği çorbasını ve yumurtasını yedirdikten sonra eline hep yemek vakti bir şeyler tutuşturuyorum. Bu bazen yemek parçaları, bazen meyve, bazen kuru meyve, bazen ekmek, tazen soğan ve pırasa kemirdiği bile olmuştur :)  Zaten Deniz yemek zamanı bir çoşuyor ki sorma gitsin, normalde ağzına götürmeyeceği şeyleri ayıla bayıla mideye indirebiliyor. Keşke bu kadar korumacı olmasaydım da, onu ilk zamanlardan beri daha çok sofraya dahil etseydim. Örneğin; biz ne yiyorsak ona da verseydim, belki şimdi yeme konusunda daha az mıymıy olurdu. Ama ben onun hem yeme miktarına saygı duyan tarafta olmak hem de beklentilerimi minimumdan tutmak istiyorum ki zıtlaşmalar olmasın.

-Böyle uzun uzun sıralayınca her şey çok kötü gidiyormuş gibi olsa da aslında o kadar da değil... Evet, hamileliğimde de hayal ettiğim gibi Deniz tam bir kucak çocuğu ve memeci bir bebe oldu çıktı. Gerçi bu her zaman hayali kadar masum olmasa da Deniz doğdu doğalı kucakta gezmeyi memede sakinleşmeyi, uyumayı çok sevdi. Ben de zaten böyle istemiyor muydum? Eee, iyi ya oldu işte :)

- Ben normal hayatta az biraz tembellikle birlikte üşengeç de bir insanımdır. Ama iş Deniz'in altının temizlenmesi olunca akan sular hep durdu. Doğdu doğalı, kıçı çok az ıslak mendil gördü, o da ancak dışarı gezmesindeysek, onun dışında hep yıkadık, yıkadık. Günde 4-5 kere yıkadığımız oluyordu, bu sebepten su sesine çook aşık. Doğduğundan beri banyoya girip çıkmak onu çok mutlu ediyor.

- Evet uyku eğitimi vermemiş olabilirim amaaa uyku vaktini doğduktan bir hafta sonra uygulamaya koymayı başarabilmiş bir insanım, afferin bana :)) Deniz bir haftalıktan beri hava kararır kararmaz yatışa geçer; genelde yarım saat içinde kucakta, memede sızar ve sabah gün ışıdıktan bir yarım saat sonra hortlar tüm bebekler gibi :)
Bu melek Deniz'in ilk 3 ay dudak uçuklatan güzel uykuları vardı, sonra ne olduysa oldu .(artık nazar mıdır nedir?) Deniz gece sık mızırdar ama gözlerini hiiiç açmaz; sadece mızırdar, meme teklif edildiyse ne ala, edilmemiş ikna olmuşsa kucakta iki piş pişle geri uykuya devam eder. Bakalım dişimiz çıktı, belki biraz daha az uyanır artık!!

- Deniz benim ilk çocuğum olduğundan, birçok anne gibi minicik bebeği küçük adam kıyafetlerine sokmaya çalışan bir anne de oldum kısa bir dönem sahi... Hatta bir keresinde hiç unutmuyorum bayram diye yavruyu bir gömleğin içine soktuk ki dili olsa kimbilir neler söylerdi. Neyse ki artık Deniz'in pamuklu rahat kesim eşofmanları işimizi fazlasıyla görüyor. Çocuğa bir rahatlama geldi diyemeyeceğim, çünkü taa ilk zamanlar yaptığımız kıyafet zulümünden dolayı şimdi giyinip soyunmaktan nefret ediyor:(

- Deniz'de büyük bir keşke yaşadığım diğer bir mevzuu kundaklamadır. O kadar çok ihtiyacı varmış ki yavrucağın hala hissettiriyor. Ne zaman sırt üstü yatırsak tedirgin bu kadar aylık olmasında rağmen. Zaten sırf bu tedirginlik sebebiyle aylardır hep yüzüstü yatıyor ki onu en sakinleştiren bir yatış pozisyonu bana göre... Kim bilir kundak olmuş olsaydı belki şimdi kendini daha güvende hissedecekti...

- Vee bizim diyeyim, karı-koca olarak Deniz'e yaptığımız en güzel iyilik onu SÜNNET ettirmemek oldu. Doğum olmadan önce ikimizin de gel gitleri vardı bu sünnet mevzuunda ki bu konu bambaşka, upuzun bir yazının konusu... Bu belirsizlik sebebiyle en azından yenidoğan sünneti tercihini ise taa ilk baştan elemiştim ben zaten. Sünnet konusundaki ötelememiz öyle iyi oldu ki "3-4 aylıkken yaptırırız" lafı daha da büyüsünü, hatta karı-koca bizim aramızda "o ne zaman isterse"ye döndü. İyi ki miniğimize bunu yaşatmadık, iyi ki o hatırlamayacak nasılsa diye ondan habersiz onunla ilgili bir karar vermedik.

Bu liste ne kadar daha uzar ya da uzamaz bilemedim, malum biz anneler mevzuu bahis "bebe-çocuk" oldu mu dünyanın en çenesi düşük insalar haline dönüşebiliyoruz.
Anladım ki içimdeki asıl anne Esra'yı unutturan dışardan gelen sesler... Bir dönem hiçbir şey okumadan, dinlemeden; kendimle ve bebeğimle başbaşa onu izleyerek devam etmek en doğrusu...

9 aylık Deniz'in İnci Gibi Taze Dişi :)

Benim bana göre daha dün doğan meleğim sonunda dişedi:)
9. ayına girdiği bugün itibariyle rüyamda üç dişi çıkmış olarak görmemle birlikte sabah kuzuyu bir yoklayayım dedim. Bir baktım ki sert bir şeyler elime geldi, hemen çay kaşığı ile tıklattım "çın çın" ses geldi :)  Hemen cümle aleme haber uçurdum, yeni anne olunca başıma gelen her ilk, büyük yankı uyandırıyor benim nazarımda :)

ahanda görgüsüz anne modeline örnek mesaj :)


Demek bir haftadır çektiğimiz uykusuzluk, her zamankinden daha çok meme düşkünlüğü, kabızlık, huzursuzluk hali buna delaletmiş. İlk dişinin şerefine kuzucum bugün bir keyifli, bir tatlıydı ki sorma gitsin. O zaman hoşgelmiş, sefalar getirmiş miniğimin ilk dişi, diğerleri de inci gibi sapasağlam olsun diyelim...

Uyuyorum, uyanıyorum; Deniz büyüyor... Yetişemiyorum gerçekten, bana hala 5-6 aylıkmış gibi geliyor, o zamandan bu zamana zamanın nasıl geçtiğini hiiiç anlayamadım hala da anlayamıyorum. Galiba bundan sonra da daha bir jet gibi geçeçek ve ben artık alışacağım :)

Gelelim Deniz meleğinin yediği nanelere. Kendileri çoklu itiraza koşullanmış durumda, bu ne demek? Hemen açıklayalım, kucak dışında her türlü şeye itiraz ediyor. Özellikle de dışarıdan eve girerken, mama sandalyesine oturturken, yok efendim bezini değiştirirken, istediği herhangi bir şey olmamışsa ve bunun gibi çocuk milletinin "istediğini yaptırma" adı altındaki numaraları.

Elbetteki elzem bütün ihtiyaçlarına cevap veriyorum, özellikle keşif dönemine engel olmamak adına neredeyse her şeye dokunması kontrollü serbest. Yani serbest dediysek sıcak çaya dokunmak istedi diye al sana sıcak çay, dokun keşfet yavrum demiyorum. Ammaaaa şarjlı süpürgeyle bir elimde Deniz, bir elimde süpürge işine hem vallahi hem de billahi gücüm yetmiyor arkadaş. Tamam anladık, bayılıyor süpürgenin sesine, yürümesine; lakin bu evin erkeğinin işi olsun değil mi ama??
Bunlardan en sevdiğim itiraz konusu, sokaktan evin kapısına giriş yaptığımız anki itirazdır ki onun hastasıyım gerçekten:) Kendisi de anası gibi sokak süpürgesi olma yolunda hızla ilerliyor. Malum ben hamileliğimde yok araba üstünde yok domates tarlasında, gitmediğim yer kalmamıştı. Bir de dışarı kavramı Deniz için açık hava demek, yürüyüş demek, salıncağa binmek demek, yürüyüş yaparken etrafı izlemek demek... Yani yavru her türlü kapalı alandan buna araba içi, özellikle de avm gezileri dahil; neredeyse hepsinden tiksiniyor diyebilirim. Tecrübeyle sabittir oralarda nasıl da mızıklayıp stres olduğu...


39 haftalık gebeş Esra bahçe biberlerini topluyor :)
Deniz yavrusunun güneşlenen ayakları
anasına bak oğlunu al :)


Minik kuş tam bir bülbül oldu çıktı. Bıcır bıcır hiç susmuyor; aba, ada, dada, baba, mem (genelde uyku kelimesidir delikanlının), hagga, gaga, ge (bu kelime benim bir ara çok "gel" dememin bir ürünüdür) aklıma gelen en çok gevelediklerinden :)

Yemek kısmına gelirsek; Gurme Deniz et suyuna çeşitli sebzelerden(en az 6 sebze çeşidi) yapılmıs çorbasına yürekten bağlılık gösteriyor, yani ondan başka ana gıdası yok. Ben de tüm verebileceğim şeyleri onun içinde sunuyorum beyfendiye. Bakliyat, tahıl, pirinç, irmik vs grubunu çorba içinde kullanarak çözmeye çalışıyorum. Bunun dışında kahvaltıda bir yumurtanın neredeyse hepsini bitiriyor, tabi eğer etrafta dikkat dağıtıcı unsurlar yoksa. Meyve sularıyla arası oldum olası yoktu zaten, ama kuru meyvelerden incir ve hurmanın aşığı. Canım benim elindeki inciri "bana da ver Deniz" dememle birlikte hemen ağzından çıkarıp uzatıyor. Paylaşımcı yavruum, yerim onu :)

Açıkçasını söylemek gerekirse Deniz (maşallah) sağlıklı bir bebek, bu sebeptendir ki birgün az yemiş birgün çok yemiş çevre baskısı olmadığı sürece ben çok takmıyorum. Çünkü hala ana besin kaynağının anne sütü olduğu inancındayım. Zaten bu aydan itibaren  Deniz bizim yemeklerimizden yemeli (aslında ilk baştan beri bu böyle olmalıydı), belki bu sayede daha çok lezzete alışır.

Bu arada geri geri sürünüyor, oturur pozisyonda ileri gitmek için gardını alıyor ama genelde sağ ayak sıkışıp kalıyor. Onu çıkartıcam derken de hemen pozisyonu bozuluyor yavrucağın, ne yapalım bekleyip göreceğiz :)) Daha çok; ayaklanma, ben yanındaysam oraya buraya sıkı sıkıya tutunmaca (çok da sağlamcıdır kendisi), hedefte şarjlı süpürge varsa ona koşar adımlar atmaca ama biz isteyince atmamaca peşinde...
Neyse ne, öyle ya da böyle büyüyorlar mı ? Evet, aman sağlıklı olsunlar da her şey hallolur...

Sevgiyle, yeni yeni dişlerle :)

20 Mart 2013 Çarşamba

Aklı evde kendi derste!!!


Deniz doğup, üç ay geçtikten ve ben rüyadan uyanıp "aaa okul başlayacak ya, gitmek istemiyoruuuuum" lara başladığım gün itibariyle-her ne kadar en güvendiğim insanların eline bıraksam da oğlumu- aklım heeep evde kaldı.
Evet ben bir öğrenciyim, bir eşim, ama en çok anneyim... Hem de en çok ama en çok anne olmak istediğim zamanlardayım. Ne saçma oldu değil mi, insanın hiç en çok anne olmak istediği an olur mu ki?? Olur bence, olmalı da... Anneliği tatmış her kadının böyle bir dönemi olmalı. Bu yüzden her evden ayrılışımda içim burkulup hiçbir derse konsantre olamıyorum; bu yüzden bedenen bulunduğum okulda ruhen hep Denizle oluyorum. Hiç sorgulamıyorum, hiç rahatsızlık duymuyorum öyle doğal geliyor ki bu hal bana; çünkü biliyorum ki benim ilacım Denizimle olmak. Okuldan çıkınca eve nasıl koşuyorum bir bilseniz, hele ki Deniz'im ağlamışsa, durmamış ya da mızırdanmaya başlamışsa sanarsınız ki kanatlarım varmış ta uçacakmış gibi gidiyorum eve.
Hele bu aralar Denizle aramızda bambaşka bir bağ oluştu, beni ne zaman görse çıldırıyor. Kucağımdayken bile eğer ki ben başka bir yere bakmışsam eğilip göz göze gelmeye çalışıyor, olmadı elleriyle yüzümü kendine çeviriyor. Çoook tatlı çoook... Halbuki bilmiyor ki benim baktığım her yer Deniz, gözüm başka yerde bedenim başka yerde olsa bile ben oyum, aklım hep onunla meşgul; ben aslında Denizim ama onun haberi yok!
 




16 Mart 2013 Cumartesi

Berfin 15 olmuş!!!

Bundan 15 yıl önce bir kar tanesi gelmiş dünyaya...



Ufacık tefeciktin, benim tanıdığım zamandan da küçüktün bir zamanlar. Ama ben seni 10 yaşında tanıdım. Sen bilmezsin belki, aslında kimse bilmez ama ilk göz ağrımdın sen. Çocuk nedir, evlat nedir, küçük kız kardeş nedir hepsini seninle yaşadım-yaşıyorum. Evet sen benim kan bağım olmayan ama gönül bağımın kan bağı olanlardan daha çok olan yeri ve zamanına göre çocuğum, kardeşim, arkadaşım; aslında her şeyim...

Deniz her ayını bitirdiğinde sevinemiyorum, zamanın geçmesini istemiyorum; bir zamanlar senin gibi o da ufacık tefecik kalsın istiyorum. Sende de her doğum gününde yaşıyorum bunu, hep ilk katıldığım doğum günü ve sonrası geliyor aklıma. Her şey film şeridi gibi gözümün önünden akıp geçiyor. Ama zamana söz geçiremiyorum, sen büyüyorsun, Deniz büyüyor; e ben de sizlerle büyüyor, öğreniyorum ve her geçen gün daha çok seviyorum sizleri. Birlikte kocaman bir "BİZ" yaratıyoruz, çok mutluyum...

Bu ailede her bireyi çok şanslı görüyorum, ne yaşanmış olursa olsun biraraya gelmiş olduğumuz için, hepimizin katkısıyla bambaşka bir ilişkiyi bu noktalara getirebildiğimiz için, hala birbirimizi çoook sevdiğimiz için, 24 saat bir insana tahammül edebilme sınırları içinde birbirimizi her halimizle kabul ettiğimiz için ve daha saymadığım bircok güzellik yaratabildiğimiz için çok şanslıyız hepimiz... Ve özellikle siz üç kardeş Berken, Berfin, Deniz; biraz daha büyüdüğünüz de daha iyi anlayacaksınız aslında birbiriniz için ne kadar önemli olduğunuzu...




Her yerde ve hep söylediğim gibi sen Tanrı'nın bir başka dokunduğu yeteneksin. Özel ve önemlisin, bunun kıymetini bil birtanem. İyi ki doğmuşsun, iyi ki seni tanımışım, iyi ki Deniz'in senin gibi bir ablası var.
SENİ ÇOOOK SEVİYORUM!

Dipnot: Yazıyı yazarken Teoman'dan "Çoban Yıldızı"nı dinleyerek yazdım, okurken dinlenmesi tavsiye olunur:)
http://www.youtube.com/watch?v=oR9sXms4LkE

14 Mart 2013 Perşembe

Mahatma Duası

Bugün günlerden "hayal kırıklığı" ilan ediyorum ve kendime gelmek için  Aslı Can sayesinde öğrendiğim yeniden yeniden okuduğum bir duayı burda paylaşmak istiyorum...

MAHATMA’NIN DUASI

Tanrım,
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek için,
Ve zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak için bana yardım et.
Eğer bana para verirsen, mutluluğumu alma,
Ve bana güçler verirsen, muhakeme yeteneğimi alma.
Eğer başarı verirsen, alçakgönüllülüğümü alma,
Eğer bana alçakgönüllülük verirsen, saygınlığımı alma.
Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et,
Benim düşüncelerime katılmıyorlar diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak
onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.
Kendimi sever gibi diğerlerini sevmeyi,
Ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi yargılamayı öğret bana.
Başarılı olduğum zaman, sarhoşluğuna izin verme,
Ne de başarısız olursam umutsuzluğa düşmeme.
Daha ziyade başarısızlığın, başarının önünde bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla.
Hoşgörünün güçlerin en büyüğü olduğunu ve intikam arzusunun zayıflığın ilk görünümü olduğunu öğret bana.
Eğer beni paradan yoksun bırakırsan, bana umut bırak.
Ve eğer beni başarıdan yoksun bırakırsan,
Başarısızlığı yenebilmek için irade gücünü bırak bana.
Eğer beni sağlıktan yoksun bırakırsan, inancın lütfunu bırak.
Eğer insanlara zarar verirsem, özür dileme gücü ver bana.
Ve eğer insanlar bana zarar verirse,
Affetme ve merhamet gücü ver bana.
Tanrım… Eğer seni unutursam, sen beni unutma…




28 Şubat 2013 Perşembe

7 aylık Deniz'den inciler!!!

Deniz 7.ayını geride bırakalı bir hafta oluyor... Okul mesaim başlayınca yazı-çizi işlerine biraz zor geliyor sıra...
Gelelim Deniz bey'in bu ayki incilerine;
- Bir ay önce başladığımız katı gıda serüvenine Deniz'in isteksizliği üzerine ara vermiş olsak ta bu hafta yeniden gündemimize oturdu. Küçük bir dipnot: Katı gıda mevzuusunda yönetici tamamen Deniz oldu, bırakmayı da başlamayı da o istedi. Kendileri, kendi kendini besleme konusunda çok istekli, çılgınlar gibi kaşık ve tabakla oynuyor, ağzına vermeye çalıştığımız birçok şeyi elimizden alıp kendi götürüyor ağzına:)
-  Emekleme emareleri pek ufukta görünmese de bir yerlerden tutunarak ayağa kalkma girişimi ise bize "bu çocuk emeklemeden mi yürüyecek" sorusunu sordurtmadı desem yalan olmaz. Genelde karyolasına tutunarak doğrulmaya çalışıyor ki ben bu konuda bir tık daha gözlerimi dört açtım, kesinlikle arkamı dönmüyorum, döndüğüm an itibariyle ne olabileceğini tahayyül etmek istemiyorum. 
- Deniz ay başından beri resmen şakıyor!! Anne-meme'yi genelde kurtulmak istediği bir durum anında, çok uykusu geldiğinde bariz bir şekilde söylüyor. Hatta birkaç kere gece uyanmalarında meme diye ağlamış şaşırmıştık. Baba, bebe, aba, mama; Deniz için bir söz dizisi... Bir başlıyor, bunların hepsini arka arkaya on beş dakika boyunca şakıyor. Benim tatlı kanaryam, öyle güzel geveliyor ki kelimeleri biz de aşık aşık izliyoruz.
- Ellerini çok güzel kullanıyor, daha bir ay öncesine kadar eline verdiğimiz oyuncağı istediği gibi tutamayıp sinirlenen Deniz, şimdilerde eline aldığı oyuncakları oraya buraya, olmadı birbirlerine vurarak ses çıkarmayı bile seviyor:) Gördüğü her şeye uzanma yetisi ise her geçen gün daha da artıyor. Ama bu konuda yine gözü açık bir anne modeline bürünme ihtiyacı duyuyorum yoksa yavru kaşla göz arasında hiç aklıma gelmeyecek şeylere ulaşabiliyor.
- Nasıl olduysa günlük üç uykuda ısrarcı kuzum bu hafta gündüz uykularını ikiye düşürdü. Sabahları genelde 7-7.30 arasında uyandıktan sonra 1,5; öğlen yemeğini yedikten bir yarım saat sonra yine 1,5 saat olmak üzere iki uykuyla yeni düzenimize merhaba demiş olduk!
- Yemek zamanlarında çoğunlukla sandalyesinde bizimle birlikte oturuyor. Bize bakıp sıkıldığından ya eline havuç, hurma, kaşlar peynir, ya da kaşık ve tabağıyla yemeği bitene kadar. Tabii bunlardan ikinci seçenek olan kaşık ve tabak ikilisi vurulduğunda ses çıkardığı için Deniz tarafından daha çok tercih ediliyor.
- Deniz kuzusu kendi kendine oturmanın keyfini çıkarıyor desem az kalır. Bazen öyle tatlı oynamaya dalıyor ki babası mı gelmiş hiiiç oralı bile olmuyor:)
- Bu ay içinde küçük bir İstanbul turu yaptı kendileri... Maşallah, araba koltuğunda oturmak dışında çoook uyumlu bir bebekti. Ama bunu ergo'ya borçluyuz demeden duramayacağım, malum Deniz ergo'ya bu tatilde vuruldu. Bebek ürünleri arasında tepe tepe kullandığım nadir eşyadır ergo. Artık Deniz öyle çok seviyor ki, arabada giderken mızırdayan ama araba durunca ergoya bineceğini bilip sesini kesen, içindeyken nerde olduğuna aldırmadan emerek uyuma ritüelini sürdüren bir bıcırık oldu çıktı!!!
- Bu ayki doktor kontrolünün bize hediyesi "genital bölgemizdeki dermatit"... Kuzunun cildi ilk doğduğundan beri kuru olmasına rağmen zeytinyağıydı, nemlendiriciydi derken toparlamıştık. Nasıl olduğunu hala sorguladığım mini mini egzamamızla baş etmeye çalıyorum şu aralar. Doktorumuzun kortizonlu bir krem vermesi üzerine küçük çaplı bir başkaldırı sonucunda, sürmeye en azından kızarıklıklar sönesiye kadar kısa süreli kullanmaya ikna edildim. Sabırsız bir anne olduğumdan ilacı sürmediğim zamanlarda "anne sütünün her derde deva" olduğu inancıyla sütümü kuzunun egzemasına bocadım diyebilirim. Bu konuda yazdıkça yazabilecek, ama daha çok bilgilenmeye ihtiyacımın olduğu bir dönemdeyim. Bekleyim, görelim diyorum...
Kısacık kendime de değinmek istiyorum belki kendimle ilgilenmem için kendime ibret olurum!!!
- Hamilelikti, lohusalıktı, acemi annelikten kıdemli anneliğe terfi edeli ise çooook oldu. Ama hala bir türlü yoluna koyamadığım işler var, sürekli bekleme halindeler ve ne zaman yapılacakları konusunda ise hiçbir fikrim yok:(
- Sadece bekleyen işleri değil, kendimi de toplayamadım bir türlü... Saçlarım bir rapunzel mi desem kezban mı desem uzadı da uzadı... Umarım en yakın zamanda bana kuaför yolu gözükür:)
- Kendime vakit ayırma başlığı ise çok vahim bizim buralarda; bir yanda Deniz yavrusu ( katı gıdasıydı, uykusuydu, banyosuydu; sıra bana zor geliyor) bir yanda ikinci sevgilim piyano (tabii bu aralar yine aramız bozuk) bir yanda kocam.... Allah bana bol kuvvet versin ne diyeyim!
- Öğrencilik halleri ise yine son dakika işlerimn arasına girmekte. Amma piyano denn meret öyle son dakikalar gelmiyor bunu da tüm cihan biliyor ki ÇALIŞMAM LAZIM!!! Burdan yazınca da pek tembelmilşim gibi oldu ama işin aslı hem evli, hem çocuklu, hem okullu, hem de ana dal yetmezmiş gibi yandal öğrencisi olmam diye avutuyorum kendimi işte!!!
Bu sebepten buradan kendime sesleniyorum ( belki yazıyı okuyunca dank eder diye)
Bugünün işini yarına bırakma!
Piyano çalış!
Kendine vakit ayır ki bebene daha kaliteli bir ana olabilesin!
Git şu saçlarını kestir!
Boş zamanlarında bilgisayarla oynayacağına git kocanla sohbet et!

21 Şubat 2013 Perşembe

Deniz Oğlumun Hikayesi

Günlerden 21 Şubat, Deniz doğalı tam tamına 7 ay oldu. Pırrr diye akıp geçen zamanın önünde duramayan ben zamanla da barışmaya başladım artık:) Blog macerasına bir başlayıp bir bırakan maymun iştahımın ardından Deniz oğlumun doğum hikayesiyle yeniden başlamak istiyorum...

Hamilelik,doğum ve sonrasında annelik; meğer öyle hazır olduğum kavramlarmış ki her birinin yaşadıkça daha çok kıymetini anlıyorum. Deniz ister ana rahmine düşerken, ister doğarken olsun hep kendi bildiğini okudu ve hala da okuyor.
2012 Kasım ayında yaptığım onlarca gebelik testinin negatif sonucunda, eşim dayanamayarak "senin aldığın testlerde çıkmıyor bir de ben alayım" diyerek aldığı testin sonucu iki tatlı pembe çizgi olunca kalbimiz bir başka çarpmaya başladı :)

Bana göre mükemmel bir hamilelik geçirdim. "Hamilelik bir hastalık değildir" sözünü öylesine içime sindirdim ki neredeyse hamileliğimin son zamanlarını her allahın günü çamura girip sulama yaptığım bahçemizdeki domates bostanında doğuracaktım :)

Hamileliğimin taa ilk aylarında nasıl doğuracağımla ilgili fikir konusunda Birçok kitap, yazı, hikaye (özellikle anneannemin hikayeleri, malum hepsi ev doğumu) okudum, dinledim. Hem ilk hamileliğim olması hem de çevreden alacağım tepkiler sebebiyle hastanede doğal doğumu destekleyebilecek bir doktora güvendik. Kendisine çok fazla zaman geçirmeden "Doğum Manifesto"mu taktim ettim:) Kendisi de oldukça samimi ve olumlu bir kadındı ama her doktor gibi o da rutin uygulamaların bir kısmını uygulamaktan hiç çekinmedi:(

Katılmazsam sanki yapamayacakmışım gibi odaklandığım, Hakan Çoker'le "Doğuma Hazırlık Kursu"na katıldım. Eşimin de bana eşlik ettiği nefes egzersizleri, doğumda beni nelerin bekleyeceği, güvenmeyi, inanmayı yeniden sorgulayıp düşündüğümüz çok güzel bir kurstu. Yener doğuma daha da yakınlaştı, ben de ona daha çok güvenmeyi, inanmayı öğrendim:)

Doğumdan önce en ufak bir kıpırtı, kasılma, kanama yaşamamıştım. Bu yüzden doğumun ne zaman geleceğini kestiremiyorduk. Yalnız, okuduğum kadarıyla doğumun yaklaştığının bir göstergesi olarak aşırı enerjik olma hali beni de vurmuş olmalı ki doğumdan 3 gün önce bahçede ektiğimiz bütün sebzeleri bir çırpıda toplamış, üstüne de uzun bir yürüyüş yapmış sonra da bu enerjikliğime anlam veremesem de bir şeylerin yaklaştığını da hissetmiştim. Evet, benim en güzel hamilelik egzersizim bahçede sebzelerle uğraşmaktı. Biberlerimin, domateslerimin dibine çömelip onları sulayıp, toplamaktı benim doğuma hazırlığım:)

40+4 olduğumuzda(doğumdan bir gün önce) eşimle yürüyüş yaparken tüm hesapların yanlış olabileceğini, Deniz'in her şeyi herkesten daha iyi bildiğini, kendi hikayesini yazacağını ve gelme tarihine saygı göstermemiz gerektiğine karar verdik. Buna karar verdik ama ben hergün gün doğmadan onu çok merak ettiğimi söyleyip duruyordum:)
40+5,  kocaman karnımın verdiği rahatsızlıktan uzun zaman sonra prensesler gibi güzel uyuduğum o büyük gün (bütün gece uykusuz kalacağımı bilirmiş gibi)!!! Anneme bugün de tık yok valla dememin üzerine Deniz üstüne alınmış olmalı ki öğlen üzeri gittiğimiz NST harekatında kayda değer düzenli kasılmaların varlığı ile heyecanımız doruklara çıktı.39,5 derece sıcakta kavrulmuş arabamıza bindik ve doktorun yolunu tuttuk. Doktorumuz NST'yi görünce hemen vajinal muayene yaptı ki bu kısım doğum en tahammül edemediğim ve hatta nefret ettiğim kısımdı.
Sürprizzz, açılma 1 cm, bense hiçbir şey hissetmiyordum :))

20 Temmuz hava öyle sıcaktı ki , akşam üstü bahçe sefası yapar serinleriz diye düşünmüş misafir bile çağırmıştık. Hal böyle olunca planı iptal ettik. Hala ara sıra düşünüyorum, eğer biz NST'ye girmemiş ve ya doktora gitmemiş olsaydık, o gün bahçeye gidecek ve herkesin söylediği "Domates tarlasının arasında doğuracaksın" deyimi gediğine oturacak mıydı yani? :)

Bu arada yavaş yavaş aileye haber uçurmaya başlamıştı eşim. Ama önce uzaktan yetişmek isteyen babam ve Berfin'e haber verdik, apar topar Mersin'den Ankara'ya yola çıktılar. Evimiz sakin, sessiz ve huzurluydu. Kasılmalar çok az da olsa hissediliyordu ( vajinal muayeneden sonra arttı desem daha iyi olur). Odamızı süsledik, çantamızı kontrol ettik o kadar kontrol etmemize rağmen yine de Deniz'e çorap almayı unutmuşuz:)

Ara ara top üstünde sallanma hareketleri yapıyordum. Yenerle hava kararmak üzereyken yürüyüşe çıktık. Büyük bir sevinç ve mutlulukla yürüyüşümüzü yaptık, kafamızı dağıttık. Yavaş yavaş başka bir gezegene doğru geçiş yapıyordu beynim-yüreğim.
Birden uyku bastırdı, anneannem geldi birden aklıma "oğlan çocuğunun sancısı insanda tatlı bir uyku yapar" demişti. Uyumakla uyumamak arasında gidip gelirken, karnımın acıktığını hissettim. Annemle karşılıklı oturmuş simitleri götürürken, Deniz öyle bir hamleyle suyumu patlattı ki, "suyum patladı anne" diye bağırmıştım:) Suyum gelince ergenliğe yeni giren bir kız çocuğu gibi utangaç davranıp banyoya koştuğumu hatırlıyorum:)

O saate kadar neredeyse hiç hissedilmeyen 5 dakikada bir kasılmalarım birden kendini gösteriverdi. Artan kasılmalara evden çıkana kadar konsantre olamadım. Doktorumuzu aradık, hastaneye geçin dedi. Aslında hemen hastaneye gitmeyecektik ama kasılmaların arası birden 3 dakikada bir olmuştu bile... Sessiz sakin bir şekilde evden ayrıldık. Gelen kasılmaları arabada oldukça başarılı bir şekilde karşılıyordum. Camı açtım,akşam üzeri biraz yağmur düşmüş olmalı ki toprak kokusu alıyordum. 3 dakikada bir gelen kasılmalarım arasında konuşuyor, gülüşüyor ve sonra ben kasılmama dönüyordum.

Hastaneye geldiğimizde doğum odalarının dolu olduğunu ve hiç boş odalarının da olmadığını bizi emanet bir odaya alacaklarını söylediler. İşte başlamıştı klasik hastane fasılları... Bu emanet oda dedikleri yerin geleni gideni, sen de hademesi ben diyeyim hemşiresi vıdı vıdı işleri bir türlü bitmeyen bir yerdi işte...Zaten benim kasılmalarım olmuş adam boyu, biri der kilon kaç biri der yat NST'ye bağlayacağız. Her şeye tamam ama yatmaya gelince orda durun dedim. Yatamam, yatmadım da... 5 saat boyunca hiç kimse beni yatağa yatıramadı. Allahtan doğum odası çabuk boşaldı da yalnız kalabileceğim, konsantre olabileceğim bir ortama geçebildik.

Suyun gelmesi olayını kafamda gelip biten bir şey olarak canlandırmışım hep. Nerden bileyim Deniz gelesiye kadar şelale gibi akacağını. Gerçi doktorumuz önceki kontrollerde suyumun çok bol olduğunu, iki bebeğe bakabilecek kadar su olduğunu söylemişti ama ben yine de içimde bu kadar çok su olduğunu hiç tahmin etmemiştim. Kasılmalar sıklaştıkça ıkınma hissi geliyordu, sanki daha ıkınmama çok varmış gibi kendimi yok yere sıktım. Zaten o sıkma dönemi doğumu inanılmaz yavaşlattı. Doktor gelince muayene etti, 2 cm açıklık var dedi.Aradan 2 saat geçmiş benim kasılmalarımın arası bir dakikanın altına düşmüştü. Yatamıyordum, ayağa da kalkamadım bir süre, ayağa kalkar kalkmaz ıkınma geliyordu ki çok doğalmış keşke hiç kendimi sıkmasaydım. Bir süre yatağın kenarında yarı oturur pozisyonda karşılamaya çalıştım kasılmaları ama bu duruş hem açılmayı yavaşlatıyor hem de Deniz'in kalp atışlarını düşürüyordu:(

Hastane ritüellerinden olan lavman da yapılmadan olmazdı değil mi, hiç istemedim ama yapıldı:)Lavmandan sonra ıkınma hissi daha başka bir boyuta geçti. Hala ayağa kalkamamıştım 1.5 saat sonra yine bir muayene 4 cm... Aklım fikrim  "ya son safhalara gücüm kalmazsa"daydı, "böyle giderse bu şiddette zor dayanırım" diyordum.

Öyle çok uykum gelmişti ki, 30 sn'lik aralarda bile uyuyordum ama yetmiyordu Yener'e "dayanmayacağım epidural* yapın az uyuyayım sonra devam ederiz" bile dediğimi hatırlıyorum:) Zaten bu saattten sonra mütamadiyen epidural* istedim. Çünkü dinlenebileceğim bir ara bile yoktu, kasılma geliyordu sadece bir nefes alıyordum hooop diğeri.
Öyle böyle derken ıkınmaya başladım. Asıl doğum şimdi başlamıştı; ayağa kalktım, yer çekiminin ve ıkınmanın etkisi ile Deniz'im hızlandı. Resmen böğürüyordum ıkınırken, vahşi bir hayvan gibiydim sanki. Sancılarım o kadar kuvvetlendi ki göğüslerimden aşağısı sanki çekiçlerle parçalanıyormuş gibi oluyordu.

Bu süre içinde doktorumuz beni hiç üzmedi, NST bağlarından nefret ediyordum.  Sadece belli aralıklarla gelip Deniz'i dinleyip bizi yanlız bırakıyordu. Ikınma sürecinin başlarında duşa girdim ama pek konsantre olamadım suda rahatlamaya. Aslında doğrusunu söylemek gerekirse bu raddeden sonra pek rahatlayabildiğimi de hatırlamıyorum. Kasılmalarda ara diye bir şeyin kalmadığı, benim şuurumu yavaştan kaybetmeye başladığım o anlarda bir muayene daha yapıldı ve 6 cm olmuştu açıklık. Artık epiduralin lafı bile geçmiyordu. Kah oraya buraya ,kah Yener'e asılarak bağırıp çağırıp kasılmayı atlatmaya çalışıyordum. Bir ara çok fazla nefes alıp vermekten oksijensiz kaldığımı düşünüp bana biraz oksijen verdiler.

Doğumun bu son safhası kafamda oldukça bulanık. Sarhoş gibiydim, annem gözlerin kaymıştı dedi doğumdan sonra. Şuursuz hareketler yaptığımı, hatta son zamanlarda yere çömeldiğimi sonra kaldırdıklarını net olmasa da hatırlıyorum. Ve son muayenede 9 cm açıklık vardı, inanamadım:) Doğum masasını kurun dedi doktor. Al sana bir travma daha, yatamam dedim. Her şey ayakta o kadar yoluna girmişti ki belki o çömelme hissim oracığa doğuruverme içgüdümden gelmişti. Güç bela doğum masasına yatırdılar. Artık çok yorulmuştum, doktorum dedi ki "bu sefer de güzelce ıkın bitecek". Ayılıp bayılan ben gülen gözlerle "gerçekten mi?" dediğimi hiç unutmayacağım:) Güya son safhalardan korkan,eyvah ya gücüm kalmazsa diyen, daha doğrusu kafasında hiç doğum anını canlandırmamış ve içten içe korkan ben; öyle bir ıkındım kı başını gördük dediler. Dokunmak istedim, sanki ben doktorumuzla bunu hiiç konuşmamışım gibi "olmaz steril bölge" dendi:( Neyse, bir kere daha ıkındım ve Deniz içimden balık gibi kayıverdi. Tabii o arada küçük bir kesi de yapılmıştı:( Bunların hiçbirini istememiştim, doğum süreci bu kadar kusursuzken ben onca acıya dayanmışken hala ne gerek vardı demeden duramıyorum.

Deniz içimden çıktğı o an, onu görünce resmen feryat ettim, hala videoyu izlerken o kısmı ileletiyorum. Öyle bir feryat ki; mutluluk, hüzün, tarifsiz tonlarca duygu, hala içim kaldırmıyor boğazıma bir şeyler dolanıyor. Plesantamız doğduktan sonra hepimiz tek tek inceledik ve eve götürdük, sonra da bahçemizde Deniz için diktiğimiz ıhlamur ağacının altına gömdük.

Deniz'i küçük bir muayeneden sonra, hemen kucağıma aldım. O an öyle tarifsizdi ki; yanağı yanağıma, kokusu burnuma değdiği günden beri hayatımın anlamı değişti. Nerde kaldı o "bırakın ya uyumak istiyorum ben", "off anne anlamıyorsun vücudum parçalanıyor" naraları...

Yaşamış olduğum kısa, yorucu ama bu muhteşem doğumda bana inanan, güvenen yer yer kaygılanan ama belli etmeyen Yener ve annem olmasaydı olmazdı. Özellikle canım kocam; nerde ne yapacağını, bana nasıl destek olacağını, ne zaman okşayıp, ne zaman öpeceğini o kadar iyi biliyordu ki!!! Ben ne zaman telaşlansam, paniğe kapılsam hep sakinleştirdi ve alanımızı çoook güzel korudu...

Hala içimde kalan ukteler var elbet. Bebeğimin başına dokunabilirdim, göbek kordonunu babası kesebilirdi ya da belki uğraşılsaydı epizyotomi yapılmazdı. (bu epizyotomi denen meretin acısı sonradan çıktı) :(

Öyle ya da böyle Deniz'i kucağıma aldığımda her şeyi unuttum arkama attım ben.Deniz'imi kucağıma aldığım, yanağını yanağına dayadığım, kokusunu kokladığım ilk an Tanrı'nın bana verdiği en güzel hediye oldu...

** Küçük bir dipnot: Hikayeyi en gerçekçi haliyle anlatmaya çalışsam da bu epidural isteme hali beni doğumdan sonra çok üzdü ve bilinçaltımdaki suçluluk sebebiyle yazıda da kısa geçmiş bulundum. Neden epidural istemiştim, ben değil miydim en doğal yolla bebeğimi kucağıma almak isteyen, ben değil miydim çocuğuma ilaç gitmesin isteyen, çok mu canım yanmıştı?? Peki ne olmuştu, ya da herkese böyle mi oluyordu, şimdi yeniden o acıyı yaşasam kesinlikle lafını bile geçirtmem diye kendimi avuttum hep. Ancak eşim bugün sabah hikayeyi okuduktan sonra "bu kısmı kısa geçmişsin bence" dedi. Önce kızdım, "sen böyle söyleyince ben daha çok üzülüp vijdan azabı çekiyorum" dedim. O da "bence içinden ne  geçiyorsa, o dönemi nasıl atlattıysan yazmalısın, sen hiçbir zaman gerçekten epidurali istemedin; eğer gerçekten isteseydin hiçbirimizi dinlemez o epidurali olurdun. Sen sadece çaresizdin ve canın yanıyordu" dedi. Canım kocam beni nasıl da mutlu etti, işte tam da duymak istediğim buydu belkide.Yine tıpkı doğumdaki gibi nerede, nasıl davrancağını bilerek beni motive edip, bana güç verdi.