28 Şubat 2013 Perşembe

7 aylık Deniz'den inciler!!!

Deniz 7.ayını geride bırakalı bir hafta oluyor... Okul mesaim başlayınca yazı-çizi işlerine biraz zor geliyor sıra...
Gelelim Deniz bey'in bu ayki incilerine;
- Bir ay önce başladığımız katı gıda serüvenine Deniz'in isteksizliği üzerine ara vermiş olsak ta bu hafta yeniden gündemimize oturdu. Küçük bir dipnot: Katı gıda mevzuusunda yönetici tamamen Deniz oldu, bırakmayı da başlamayı da o istedi. Kendileri, kendi kendini besleme konusunda çok istekli, çılgınlar gibi kaşık ve tabakla oynuyor, ağzına vermeye çalıştığımız birçok şeyi elimizden alıp kendi götürüyor ağzına:)
-  Emekleme emareleri pek ufukta görünmese de bir yerlerden tutunarak ayağa kalkma girişimi ise bize "bu çocuk emeklemeden mi yürüyecek" sorusunu sordurtmadı desem yalan olmaz. Genelde karyolasına tutunarak doğrulmaya çalışıyor ki ben bu konuda bir tık daha gözlerimi dört açtım, kesinlikle arkamı dönmüyorum, döndüğüm an itibariyle ne olabileceğini tahayyül etmek istemiyorum. 
- Deniz ay başından beri resmen şakıyor!! Anne-meme'yi genelde kurtulmak istediği bir durum anında, çok uykusu geldiğinde bariz bir şekilde söylüyor. Hatta birkaç kere gece uyanmalarında meme diye ağlamış şaşırmıştık. Baba, bebe, aba, mama; Deniz için bir söz dizisi... Bir başlıyor, bunların hepsini arka arkaya on beş dakika boyunca şakıyor. Benim tatlı kanaryam, öyle güzel geveliyor ki kelimeleri biz de aşık aşık izliyoruz.
- Ellerini çok güzel kullanıyor, daha bir ay öncesine kadar eline verdiğimiz oyuncağı istediği gibi tutamayıp sinirlenen Deniz, şimdilerde eline aldığı oyuncakları oraya buraya, olmadı birbirlerine vurarak ses çıkarmayı bile seviyor:) Gördüğü her şeye uzanma yetisi ise her geçen gün daha da artıyor. Ama bu konuda yine gözü açık bir anne modeline bürünme ihtiyacı duyuyorum yoksa yavru kaşla göz arasında hiç aklıma gelmeyecek şeylere ulaşabiliyor.
- Nasıl olduysa günlük üç uykuda ısrarcı kuzum bu hafta gündüz uykularını ikiye düşürdü. Sabahları genelde 7-7.30 arasında uyandıktan sonra 1,5; öğlen yemeğini yedikten bir yarım saat sonra yine 1,5 saat olmak üzere iki uykuyla yeni düzenimize merhaba demiş olduk!
- Yemek zamanlarında çoğunlukla sandalyesinde bizimle birlikte oturuyor. Bize bakıp sıkıldığından ya eline havuç, hurma, kaşlar peynir, ya da kaşık ve tabağıyla yemeği bitene kadar. Tabii bunlardan ikinci seçenek olan kaşık ve tabak ikilisi vurulduğunda ses çıkardığı için Deniz tarafından daha çok tercih ediliyor.
- Deniz kuzusu kendi kendine oturmanın keyfini çıkarıyor desem az kalır. Bazen öyle tatlı oynamaya dalıyor ki babası mı gelmiş hiiiç oralı bile olmuyor:)
- Bu ay içinde küçük bir İstanbul turu yaptı kendileri... Maşallah, araba koltuğunda oturmak dışında çoook uyumlu bir bebekti. Ama bunu ergo'ya borçluyuz demeden duramayacağım, malum Deniz ergo'ya bu tatilde vuruldu. Bebek ürünleri arasında tepe tepe kullandığım nadir eşyadır ergo. Artık Deniz öyle çok seviyor ki, arabada giderken mızırdayan ama araba durunca ergoya bineceğini bilip sesini kesen, içindeyken nerde olduğuna aldırmadan emerek uyuma ritüelini sürdüren bir bıcırık oldu çıktı!!!
- Bu ayki doktor kontrolünün bize hediyesi "genital bölgemizdeki dermatit"... Kuzunun cildi ilk doğduğundan beri kuru olmasına rağmen zeytinyağıydı, nemlendiriciydi derken toparlamıştık. Nasıl olduğunu hala sorguladığım mini mini egzamamızla baş etmeye çalıyorum şu aralar. Doktorumuzun kortizonlu bir krem vermesi üzerine küçük çaplı bir başkaldırı sonucunda, sürmeye en azından kızarıklıklar sönesiye kadar kısa süreli kullanmaya ikna edildim. Sabırsız bir anne olduğumdan ilacı sürmediğim zamanlarda "anne sütünün her derde deva" olduğu inancıyla sütümü kuzunun egzemasına bocadım diyebilirim. Bu konuda yazdıkça yazabilecek, ama daha çok bilgilenmeye ihtiyacımın olduğu bir dönemdeyim. Bekleyim, görelim diyorum...
Kısacık kendime de değinmek istiyorum belki kendimle ilgilenmem için kendime ibret olurum!!!
- Hamilelikti, lohusalıktı, acemi annelikten kıdemli anneliğe terfi edeli ise çooook oldu. Ama hala bir türlü yoluna koyamadığım işler var, sürekli bekleme halindeler ve ne zaman yapılacakları konusunda ise hiçbir fikrim yok:(
- Sadece bekleyen işleri değil, kendimi de toplayamadım bir türlü... Saçlarım bir rapunzel mi desem kezban mı desem uzadı da uzadı... Umarım en yakın zamanda bana kuaför yolu gözükür:)
- Kendime vakit ayırma başlığı ise çok vahim bizim buralarda; bir yanda Deniz yavrusu ( katı gıdasıydı, uykusuydu, banyosuydu; sıra bana zor geliyor) bir yanda ikinci sevgilim piyano (tabii bu aralar yine aramız bozuk) bir yanda kocam.... Allah bana bol kuvvet versin ne diyeyim!
- Öğrencilik halleri ise yine son dakika işlerimn arasına girmekte. Amma piyano denn meret öyle son dakikalar gelmiyor bunu da tüm cihan biliyor ki ÇALIŞMAM LAZIM!!! Burdan yazınca da pek tembelmilşim gibi oldu ama işin aslı hem evli, hem çocuklu, hem okullu, hem de ana dal yetmezmiş gibi yandal öğrencisi olmam diye avutuyorum kendimi işte!!!
Bu sebepten buradan kendime sesleniyorum ( belki yazıyı okuyunca dank eder diye)
Bugünün işini yarına bırakma!
Piyano çalış!
Kendine vakit ayır ki bebene daha kaliteli bir ana olabilesin!
Git şu saçlarını kestir!
Boş zamanlarında bilgisayarla oynayacağına git kocanla sohbet et!

21 Şubat 2013 Perşembe

Deniz Oğlumun Hikayesi

Günlerden 21 Şubat, Deniz doğalı tam tamına 7 ay oldu. Pırrr diye akıp geçen zamanın önünde duramayan ben zamanla da barışmaya başladım artık:) Blog macerasına bir başlayıp bir bırakan maymun iştahımın ardından Deniz oğlumun doğum hikayesiyle yeniden başlamak istiyorum...

Hamilelik,doğum ve sonrasında annelik; meğer öyle hazır olduğum kavramlarmış ki her birinin yaşadıkça daha çok kıymetini anlıyorum. Deniz ister ana rahmine düşerken, ister doğarken olsun hep kendi bildiğini okudu ve hala da okuyor.
2012 Kasım ayında yaptığım onlarca gebelik testinin negatif sonucunda, eşim dayanamayarak "senin aldığın testlerde çıkmıyor bir de ben alayım" diyerek aldığı testin sonucu iki tatlı pembe çizgi olunca kalbimiz bir başka çarpmaya başladı :)

Bana göre mükemmel bir hamilelik geçirdim. "Hamilelik bir hastalık değildir" sözünü öylesine içime sindirdim ki neredeyse hamileliğimin son zamanlarını her allahın günü çamura girip sulama yaptığım bahçemizdeki domates bostanında doğuracaktım :)

Hamileliğimin taa ilk aylarında nasıl doğuracağımla ilgili fikir konusunda Birçok kitap, yazı, hikaye (özellikle anneannemin hikayeleri, malum hepsi ev doğumu) okudum, dinledim. Hem ilk hamileliğim olması hem de çevreden alacağım tepkiler sebebiyle hastanede doğal doğumu destekleyebilecek bir doktora güvendik. Kendisine çok fazla zaman geçirmeden "Doğum Manifesto"mu taktim ettim:) Kendisi de oldukça samimi ve olumlu bir kadındı ama her doktor gibi o da rutin uygulamaların bir kısmını uygulamaktan hiç çekinmedi:(

Katılmazsam sanki yapamayacakmışım gibi odaklandığım, Hakan Çoker'le "Doğuma Hazırlık Kursu"na katıldım. Eşimin de bana eşlik ettiği nefes egzersizleri, doğumda beni nelerin bekleyeceği, güvenmeyi, inanmayı yeniden sorgulayıp düşündüğümüz çok güzel bir kurstu. Yener doğuma daha da yakınlaştı, ben de ona daha çok güvenmeyi, inanmayı öğrendim:)

Doğumdan önce en ufak bir kıpırtı, kasılma, kanama yaşamamıştım. Bu yüzden doğumun ne zaman geleceğini kestiremiyorduk. Yalnız, okuduğum kadarıyla doğumun yaklaştığının bir göstergesi olarak aşırı enerjik olma hali beni de vurmuş olmalı ki doğumdan 3 gün önce bahçede ektiğimiz bütün sebzeleri bir çırpıda toplamış, üstüne de uzun bir yürüyüş yapmış sonra da bu enerjikliğime anlam veremesem de bir şeylerin yaklaştığını da hissetmiştim. Evet, benim en güzel hamilelik egzersizim bahçede sebzelerle uğraşmaktı. Biberlerimin, domateslerimin dibine çömelip onları sulayıp, toplamaktı benim doğuma hazırlığım:)

40+4 olduğumuzda(doğumdan bir gün önce) eşimle yürüyüş yaparken tüm hesapların yanlış olabileceğini, Deniz'in her şeyi herkesten daha iyi bildiğini, kendi hikayesini yazacağını ve gelme tarihine saygı göstermemiz gerektiğine karar verdik. Buna karar verdik ama ben hergün gün doğmadan onu çok merak ettiğimi söyleyip duruyordum:)
40+5,  kocaman karnımın verdiği rahatsızlıktan uzun zaman sonra prensesler gibi güzel uyuduğum o büyük gün (bütün gece uykusuz kalacağımı bilirmiş gibi)!!! Anneme bugün de tık yok valla dememin üzerine Deniz üstüne alınmış olmalı ki öğlen üzeri gittiğimiz NST harekatında kayda değer düzenli kasılmaların varlığı ile heyecanımız doruklara çıktı.39,5 derece sıcakta kavrulmuş arabamıza bindik ve doktorun yolunu tuttuk. Doktorumuz NST'yi görünce hemen vajinal muayene yaptı ki bu kısım doğum en tahammül edemediğim ve hatta nefret ettiğim kısımdı.
Sürprizzz, açılma 1 cm, bense hiçbir şey hissetmiyordum :))

20 Temmuz hava öyle sıcaktı ki , akşam üstü bahçe sefası yapar serinleriz diye düşünmüş misafir bile çağırmıştık. Hal böyle olunca planı iptal ettik. Hala ara sıra düşünüyorum, eğer biz NST'ye girmemiş ve ya doktora gitmemiş olsaydık, o gün bahçeye gidecek ve herkesin söylediği "Domates tarlasının arasında doğuracaksın" deyimi gediğine oturacak mıydı yani? :)

Bu arada yavaş yavaş aileye haber uçurmaya başlamıştı eşim. Ama önce uzaktan yetişmek isteyen babam ve Berfin'e haber verdik, apar topar Mersin'den Ankara'ya yola çıktılar. Evimiz sakin, sessiz ve huzurluydu. Kasılmalar çok az da olsa hissediliyordu ( vajinal muayeneden sonra arttı desem daha iyi olur). Odamızı süsledik, çantamızı kontrol ettik o kadar kontrol etmemize rağmen yine de Deniz'e çorap almayı unutmuşuz:)

Ara ara top üstünde sallanma hareketleri yapıyordum. Yenerle hava kararmak üzereyken yürüyüşe çıktık. Büyük bir sevinç ve mutlulukla yürüyüşümüzü yaptık, kafamızı dağıttık. Yavaş yavaş başka bir gezegene doğru geçiş yapıyordu beynim-yüreğim.
Birden uyku bastırdı, anneannem geldi birden aklıma "oğlan çocuğunun sancısı insanda tatlı bir uyku yapar" demişti. Uyumakla uyumamak arasında gidip gelirken, karnımın acıktığını hissettim. Annemle karşılıklı oturmuş simitleri götürürken, Deniz öyle bir hamleyle suyumu patlattı ki, "suyum patladı anne" diye bağırmıştım:) Suyum gelince ergenliğe yeni giren bir kız çocuğu gibi utangaç davranıp banyoya koştuğumu hatırlıyorum:)

O saate kadar neredeyse hiç hissedilmeyen 5 dakikada bir kasılmalarım birden kendini gösteriverdi. Artan kasılmalara evden çıkana kadar konsantre olamadım. Doktorumuzu aradık, hastaneye geçin dedi. Aslında hemen hastaneye gitmeyecektik ama kasılmaların arası birden 3 dakikada bir olmuştu bile... Sessiz sakin bir şekilde evden ayrıldık. Gelen kasılmaları arabada oldukça başarılı bir şekilde karşılıyordum. Camı açtım,akşam üzeri biraz yağmur düşmüş olmalı ki toprak kokusu alıyordum. 3 dakikada bir gelen kasılmalarım arasında konuşuyor, gülüşüyor ve sonra ben kasılmama dönüyordum.

Hastaneye geldiğimizde doğum odalarının dolu olduğunu ve hiç boş odalarının da olmadığını bizi emanet bir odaya alacaklarını söylediler. İşte başlamıştı klasik hastane fasılları... Bu emanet oda dedikleri yerin geleni gideni, sen de hademesi ben diyeyim hemşiresi vıdı vıdı işleri bir türlü bitmeyen bir yerdi işte...Zaten benim kasılmalarım olmuş adam boyu, biri der kilon kaç biri der yat NST'ye bağlayacağız. Her şeye tamam ama yatmaya gelince orda durun dedim. Yatamam, yatmadım da... 5 saat boyunca hiç kimse beni yatağa yatıramadı. Allahtan doğum odası çabuk boşaldı da yalnız kalabileceğim, konsantre olabileceğim bir ortama geçebildik.

Suyun gelmesi olayını kafamda gelip biten bir şey olarak canlandırmışım hep. Nerden bileyim Deniz gelesiye kadar şelale gibi akacağını. Gerçi doktorumuz önceki kontrollerde suyumun çok bol olduğunu, iki bebeğe bakabilecek kadar su olduğunu söylemişti ama ben yine de içimde bu kadar çok su olduğunu hiç tahmin etmemiştim. Kasılmalar sıklaştıkça ıkınma hissi geliyordu, sanki daha ıkınmama çok varmış gibi kendimi yok yere sıktım. Zaten o sıkma dönemi doğumu inanılmaz yavaşlattı. Doktor gelince muayene etti, 2 cm açıklık var dedi.Aradan 2 saat geçmiş benim kasılmalarımın arası bir dakikanın altına düşmüştü. Yatamıyordum, ayağa da kalkamadım bir süre, ayağa kalkar kalkmaz ıkınma geliyordu ki çok doğalmış keşke hiç kendimi sıkmasaydım. Bir süre yatağın kenarında yarı oturur pozisyonda karşılamaya çalıştım kasılmaları ama bu duruş hem açılmayı yavaşlatıyor hem de Deniz'in kalp atışlarını düşürüyordu:(

Hastane ritüellerinden olan lavman da yapılmadan olmazdı değil mi, hiç istemedim ama yapıldı:)Lavmandan sonra ıkınma hissi daha başka bir boyuta geçti. Hala ayağa kalkamamıştım 1.5 saat sonra yine bir muayene 4 cm... Aklım fikrim  "ya son safhalara gücüm kalmazsa"daydı, "böyle giderse bu şiddette zor dayanırım" diyordum.

Öyle çok uykum gelmişti ki, 30 sn'lik aralarda bile uyuyordum ama yetmiyordu Yener'e "dayanmayacağım epidural* yapın az uyuyayım sonra devam ederiz" bile dediğimi hatırlıyorum:) Zaten bu saattten sonra mütamadiyen epidural* istedim. Çünkü dinlenebileceğim bir ara bile yoktu, kasılma geliyordu sadece bir nefes alıyordum hooop diğeri.
Öyle böyle derken ıkınmaya başladım. Asıl doğum şimdi başlamıştı; ayağa kalktım, yer çekiminin ve ıkınmanın etkisi ile Deniz'im hızlandı. Resmen böğürüyordum ıkınırken, vahşi bir hayvan gibiydim sanki. Sancılarım o kadar kuvvetlendi ki göğüslerimden aşağısı sanki çekiçlerle parçalanıyormuş gibi oluyordu.

Bu süre içinde doktorumuz beni hiç üzmedi, NST bağlarından nefret ediyordum.  Sadece belli aralıklarla gelip Deniz'i dinleyip bizi yanlız bırakıyordu. Ikınma sürecinin başlarında duşa girdim ama pek konsantre olamadım suda rahatlamaya. Aslında doğrusunu söylemek gerekirse bu raddeden sonra pek rahatlayabildiğimi de hatırlamıyorum. Kasılmalarda ara diye bir şeyin kalmadığı, benim şuurumu yavaştan kaybetmeye başladığım o anlarda bir muayene daha yapıldı ve 6 cm olmuştu açıklık. Artık epiduralin lafı bile geçmiyordu. Kah oraya buraya ,kah Yener'e asılarak bağırıp çağırıp kasılmayı atlatmaya çalışıyordum. Bir ara çok fazla nefes alıp vermekten oksijensiz kaldığımı düşünüp bana biraz oksijen verdiler.

Doğumun bu son safhası kafamda oldukça bulanık. Sarhoş gibiydim, annem gözlerin kaymıştı dedi doğumdan sonra. Şuursuz hareketler yaptığımı, hatta son zamanlarda yere çömeldiğimi sonra kaldırdıklarını net olmasa da hatırlıyorum. Ve son muayenede 9 cm açıklık vardı, inanamadım:) Doğum masasını kurun dedi doktor. Al sana bir travma daha, yatamam dedim. Her şey ayakta o kadar yoluna girmişti ki belki o çömelme hissim oracığa doğuruverme içgüdümden gelmişti. Güç bela doğum masasına yatırdılar. Artık çok yorulmuştum, doktorum dedi ki "bu sefer de güzelce ıkın bitecek". Ayılıp bayılan ben gülen gözlerle "gerçekten mi?" dediğimi hiç unutmayacağım:) Güya son safhalardan korkan,eyvah ya gücüm kalmazsa diyen, daha doğrusu kafasında hiç doğum anını canlandırmamış ve içten içe korkan ben; öyle bir ıkındım kı başını gördük dediler. Dokunmak istedim, sanki ben doktorumuzla bunu hiiç konuşmamışım gibi "olmaz steril bölge" dendi:( Neyse, bir kere daha ıkındım ve Deniz içimden balık gibi kayıverdi. Tabii o arada küçük bir kesi de yapılmıştı:( Bunların hiçbirini istememiştim, doğum süreci bu kadar kusursuzken ben onca acıya dayanmışken hala ne gerek vardı demeden duramıyorum.

Deniz içimden çıktğı o an, onu görünce resmen feryat ettim, hala videoyu izlerken o kısmı ileletiyorum. Öyle bir feryat ki; mutluluk, hüzün, tarifsiz tonlarca duygu, hala içim kaldırmıyor boğazıma bir şeyler dolanıyor. Plesantamız doğduktan sonra hepimiz tek tek inceledik ve eve götürdük, sonra da bahçemizde Deniz için diktiğimiz ıhlamur ağacının altına gömdük.

Deniz'i küçük bir muayeneden sonra, hemen kucağıma aldım. O an öyle tarifsizdi ki; yanağı yanağıma, kokusu burnuma değdiği günden beri hayatımın anlamı değişti. Nerde kaldı o "bırakın ya uyumak istiyorum ben", "off anne anlamıyorsun vücudum parçalanıyor" naraları...

Yaşamış olduğum kısa, yorucu ama bu muhteşem doğumda bana inanan, güvenen yer yer kaygılanan ama belli etmeyen Yener ve annem olmasaydı olmazdı. Özellikle canım kocam; nerde ne yapacağını, bana nasıl destek olacağını, ne zaman okşayıp, ne zaman öpeceğini o kadar iyi biliyordu ki!!! Ben ne zaman telaşlansam, paniğe kapılsam hep sakinleştirdi ve alanımızı çoook güzel korudu...

Hala içimde kalan ukteler var elbet. Bebeğimin başına dokunabilirdim, göbek kordonunu babası kesebilirdi ya da belki uğraşılsaydı epizyotomi yapılmazdı. (bu epizyotomi denen meretin acısı sonradan çıktı) :(

Öyle ya da böyle Deniz'i kucağıma aldığımda her şeyi unuttum arkama attım ben.Deniz'imi kucağıma aldığım, yanağını yanağına dayadığım, kokusunu kokladığım ilk an Tanrı'nın bana verdiği en güzel hediye oldu...

** Küçük bir dipnot: Hikayeyi en gerçekçi haliyle anlatmaya çalışsam da bu epidural isteme hali beni doğumdan sonra çok üzdü ve bilinçaltımdaki suçluluk sebebiyle yazıda da kısa geçmiş bulundum. Neden epidural istemiştim, ben değil miydim en doğal yolla bebeğimi kucağıma almak isteyen, ben değil miydim çocuğuma ilaç gitmesin isteyen, çok mu canım yanmıştı?? Peki ne olmuştu, ya da herkese böyle mi oluyordu, şimdi yeniden o acıyı yaşasam kesinlikle lafını bile geçirtmem diye kendimi avuttum hep. Ancak eşim bugün sabah hikayeyi okuduktan sonra "bu kısmı kısa geçmişsin bence" dedi. Önce kızdım, "sen böyle söyleyince ben daha çok üzülüp vijdan azabı çekiyorum" dedim. O da "bence içinden ne  geçiyorsa, o dönemi nasıl atlattıysan yazmalısın, sen hiçbir zaman gerçekten epidurali istemedin; eğer gerçekten isteseydin hiçbirimizi dinlemez o epidurali olurdun. Sen sadece çaresizdin ve canın yanıyordu" dedi. Canım kocam beni nasıl da mutlu etti, işte tam da duymak istediğim buydu belkide.Yine tıpkı doğumdaki gibi nerede, nasıl davrancağını bilerek beni motive edip, bana güç verdi.